CUMA SONRASI SOHBET

CUMA SONRASI SOHBET

Mehmet Ali Talayhan

Geçtiğimiz günlerde güzide okullarımızdan birinde bir öğrencinin Kur’an’ı Kerim kitabına yaptığı hakaret sonrası Cuma kutlamalarının bir anlamı olmadığını yazan bir arkadaşımın yazısını aldım. Yazıda bize ne oldu? Sorusu ile başlıyordu. Yazının haklılık payının hayli yüksek olduğunu söylemek doğru olur. Yurt dışında bazı devletlerin polis koruması altında dinimize ait değerleri aşağılayan davranışlarına sıkça rastlanmaktayız. Sadece bizim devletimizin en tepesindekiler hadiseyi kınamakta bazen de o ülkenin elçisini bakanlığa çağırmaktadırlar. Gazetelerimizin günlük fıkra yazarları televizyonlarımızın demirbaş maaşlı her işten anlayan yorumcuları saatlerce konuşarak ilgililere yol göstermektedirler. Bizdeki hadise netice olarak çok vahim ve bir o kadar da gelecek tasavvuru üzerinde sıkı bir iddiası olan cemiyetimiz için hüsran olarak görülmektedir. Hangi dine ait olursa olsun hiçbir değerin aşağılanması ne kültürümüzde ne törelerimizde vardır. Kaldı ki sair dinlere en saygılı millet olduğumuz da tarihçe meşhur olarak kayıt altına alınmıştır.
Yazıda arkadaşım biz bu hale nasıl geldik diye başlıyor. Kutsallarımıza düşmanlarımız tarafından yapılan saldırıları kısmen anlayabiliyoruz. Ancak, bir öğrencinin yaptığı bu hakareti destekleyenlerin bizden olmalarına ne demeli. Başkalarına benzemeye çalışırken geldiğimiz neticenin yok oluşa doğru gittiğimizdir. Başkası olmaya çalışanın kendisi gibi kalamadığını ve eriyip gittiğini ifade ederek adeta feryat koparmaktadır. Cuma vaktine az bir zaman kala bu yazı geldi ve okudum. Hüzünlü ve düşünceli bir şekilde mahalle camisine doğru hareket ettim. Cami salgın öncesinde avluda seccadesini sererek namaz kılanlar olurdu. 200 kişi kapasiteli caminin cuma günü 500 civarında rahat olurdu. Vakit namazlarında yarım saf ancak olur. Caminin vakit namazları gibi bir havası vardı. Salgından önceki gibi saflar sıklaştırılsaydı iki saf ancak vardı. Yani ben 50 deyiyim siz 80 deyin o kadar. Salgından önce yaşlı bir imamı ve güzel bir aksanı vardı. Hitabeti gayet güzel nazik bir insana benziyordu. Emekli mi oldu ayrıldı mı bilmiyorum. Yeni bir imam gelmiş. Otuz yaşlarında var yok gayet uzun boylu zayıf kirli (özensiz) sakallı bakımsız bir bıyık geniş olmayan çok da dar olmayan bir paltolunun üzerinde cübbesinin önü hayli açıktı. Cübbede düğme olmaz biliyorum ama bu kadar açık olması yeldirmelerini arkasına kadar gitmesi biraz garipti. Namazı fesada vermemek için bu düşüncelerimden kendimi ayırmaya çalıştım. Ben kendimi Cuma vaktine yoğunlaştırmaya çalıştıkça cami içindeki her hareket beni uyandırmaya yetiyordu. İmam çok az olan cemaate önündeki elektronik aletten ayet açıklamalarını volümü yüksek sesle adeta hücum ediyordu. Namaz mı kılacağım arkadaşımın gönderdiği yazıyı mı düşüneceğim şaşırdım kaldım. 200 kişilik caminin boşluklarını dolduran mekanik sesler kulaklarınızı yırtarcasına çıkan ses zaten sizi her işinizden koparıp alıyor. Biraz evvel okunan ezanın metalik sesini volümü de cabası. Ezanı okuyan müezzinin ses tekniği makam icrası hatasız gibi ancak her şeyi bilen yetkililer volümün bu kadar yüksek olmasını niçin istemektedirler. Anlamakta güçlük çektiğimi ifade etmeliyim. İmam mihrapta başındaki sarığını bir sağa bir sola çevirerek ayetleri açıklamaya çalışıyordu. Sarığının kendisine ait olmadığı ikide bir düzeltmesinden anlaşılmaktaydı.
Ezandan sonra ilk sünnetleri kıldık. İmam hızlı bir şekilde minberin önüne gelerek minber kapısının stor perdesini kaldırarak içinden dualar okuyarak yerine oturdu. Müezzinin iç ezanı cihazdan okuması kulaklarımız bir kez daha dayanılmaz bir metalik hücuma uğradı. Eminim herkes rahatsız oldu. Ancak bende dahil kimse buna itiraz etmedi. İmam önü açık cübbesinin altındaki paltolunun cebinde yarım ekmek dilimi gibi görünen gavur icadı cep telefonunu çıkararak sağ eline aldı. Telefonu mu çaldı? Dememe kalmadan sol parmaklarıyla bir şeyler aramaya başladı. Ya da bir yere telefon mu açacak acaba? sorusu da aklıma gelmedi değil. Ancak korktuğum gibi olmadı. Telefonunu bazen yaklaştırarak bazen uzaklaştırarak okumaya başladı. Cümleleri tam toparlayamadığı zamanlar da oldu. Hazır bir hutbe gönderilmişti. Cep telefonlarına o da işin kolayı diye öylece okudu. Doğrusu camiye giderken öğrencinin Kur’an’a yaptığı hakareti konu alacaklar diye düşünmüştüm. Yanılmışım.
Hutbenin konusu anlaşılan yukarıdan gelmişti. Cümleler ifadeler öyle anlaşılıyordu. Nikah, düğünler aile gibi güzel konulardı. Düğün mevsimine giriyoruz. Öyleyse cemaat aydınlansın. Dinimiz nasıl bir aile istiyor düğünü nasıl yapmalıyız. Hutbe okuması biten imam efendi telefonunu cebine koydu. Lazım gelen duaları okudu ve aşağı inerek yerine geçti. Müezzin efendide çatlak metalik aletten kaameti okudu. Bizde birlikte farzları kıldık. Farzlardan sonra cami neredeyse boşaldı. Daha sünnetleri bitireceğim sırada on kişi ya var ya yoktu. Camide kalmaktan zevk alamayan bir cemaatin çocukları ve onların çocukları hem Kur’an’a hakaret eder hakaret edenleri de alkışlayanlar olur. Nasıl düzeltiriz bilmiyorum. Ama düzeleceğine de inanıyorum. Önce kendimizden başlayacağız. Nefesimizin yettiğinden başlayacağız. İnsan varsa umut da vardır. İçinde bulunduğumuz ahvalin umut bahşedecek taraflarının zayıflığı bizi kötümserliğe karamsarlığa sürüklememelidir.
Enseyi karatmak ifadesi tam da bu ortamlar için söylenmiştir. Her taraftan çevremizi saran olumsuzluklar varlıklarını arttırırken malik olanlar da ayılmalıdırlar. Asıl biz nerede yanlış yaptık demesi gerekenler malik olanlardır. Bir şey daha var. Kabe’yi işgale kalkan Ebrehe ordusunu dağıtan Ebabil kuşları tükenmedi. Biz samimi ihlaslı olarak inanalım yeter. 10.06.2022

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ