AŞKIM…

AŞKIM…

Mehmet Ali TALAYHAN

Aşk kelimesini kim nerede ve ne zaman kullandı bilmiyoruz. Ancak dünyadaki bütün dillerde karşılığı ve yüklendiği mana aynı olan efsunlu bir kelimedir. Bizim dilimize Arapça’dan öyle bir girmiş ki sevgi ifade eden satırların, mısraların sayfalarının tamamını kaplamıştır desek yeridir. Bazı ilim insanları aşkı ilahi ve beşerî olarak ikiye ayırmışlardır. İslam medeniyetinde ilahi aşkın daha çok tasavvuf kültürüne ait olduğu bilinir. Mutasavvıf ve sofiler kâinatın varoluş sebebinin aşk olduğunu ifade ederler. İlk zamanlarda aşk yerine muhabbet kelimesi kullanılmışsa da sonraları aşk daha baskın olarak kullanılmıştır. Aşk kelimesinin bir zamanlar daha çok beşerî manada kullanılmasına karşılık sofiler ve mutasavvıflar da muhabbet kelimesini kullanmışlardır. Sonraki zamanlarda her iki kavramın da aynı amaçla kullanıldığı ancak aşk kavramının belirli bir üstünlük sağladığı görülmüştür. Aşk, güzelliğe duyulan aşırı sevgidir. Aşka göre güzel olanın dışında her şey yoktur. Güzellik ise izafidir. Kişi neyi severse âşık olunacak odur. Âşık olunan neyse o vardır. Sevenin sevdiğini her şeye tercih etmesidir. Tasavvuf erbabının kullandığı aşktan murat edilen ise Allah sevgisidir.

Aşk başka bir manası ile kuvvetli sevgi demektir. Aşk, tasavvufi manada Allah’ı tanımaktan çokça ibadet etmekten kaynaklanmaktadır. Allah’ı bilen kişi onu sever. Bilmekten sevgi doğar. Bilmenin sonunda muhabbet ve neticesinde aşk ortaya çıkar. Sevilmeye layık olan Allah’tır. Allah güzeldir ve güzel olanı sever. Güzellik bilmekle olur. Sofiler bu yola aşk yolu diyerek her mihnete katlanarak yürümüşlerdir. Aşkı uğruna sahip olduğu her şeyi terk etmektir. Aşkı uğruna sahip olunanların terk edilmesi sırasında acılar çekmek aşık için zevk olmuştur.

Türk tasavvufunda Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’den başlayarak asrımızın sonuna kadar mutasavvıflar şiirlerinde, hikâyelerinde, menakıpnamelerinde, sohbetlerinde aşk hep önde olmuştur. Sevilen seveni sevmedikçe sevenin sevdiğine kavuşması düşünülemez. Seven sevilenin kendisini sevmesi için her türlü zorluğa göğüs germesi önüne çıkan engellerden yılmaması gerekir. Bütün buyruklarına riayet etmesi yetmez buyurulanların zorluk derecesine göre maşukunun kendisini ne kadar beğendiğini de bu vesile öğrenir. Zorluk derecesinin derisinin yüzülmesi dahil her fedakarlığı yapmaya amade olduğunu ve asla şikayetçi olmadığını tam tersine zevk ve memnuniyet duyduğunu her hali ile ifade eder. Maşuğun her arzusu karşısında aklın yeri olmaz. Aşkın olduğu yerde akıl olursa maşuk da aşık da ortadan kaybolur. Akılsız kalan aşk aşkından dolayı özgürdür. Eskiler aşk için söylediklerini bitirmişler mi? Bilmiyoruz. Hayat devam ettiğine göre aşk da devam ediyor. Herkesin aşkı kendine ancak, aşktan aşıktan kimseye zarar gelmez desek yeridir.

Maşuktan sevgi doğmazsa aşığa

Aşığın sevgisi kavuşturamaz maşuğa

Diyenlere karşı Şeyh Galip

Ah minel aşk ve halatihi

Ahreke kalbi ve halatihi

Aşkın yakıcı bir üslubu vardır. Yakmak aşkın özelliğidir. Bir ah ile aşkın elinden neler çekilmektedir.

 Eğer aşık isen yâre sakın aşdanma ağyare

 Düş İbrahim gibi nare bu gülşende yanar olmaz

İbrahim gibi ateşe düşenler dahi aşkından dolayı yanmazlar.

Aşk, felsefinin de konusu olmuştur. İlk çağ filozoflarının bir kısmının bedeni isteklerin aracı olarak gördükleri aşkı daha sonraları da kozmik ve doğa üstü değerlere kadar yükseltmişlerdir.

Aşkında sebat edenlerin ısrarla aradıkları vuslattır. Aşk için derisi yüzülenler, dar ağacına çekilenler, işkence çekenler olmuştur. Bütün bunlar aşkın hallerinin sonuçlarıdır.

Aşk deyince ilk Yunus Emre ve Fuzuli akla gelse de sonraki zamanlarda başka şair ve âşıklar da hatırı sayılır eserler ortaya koymuşlardır. En çok bilinenlerden olan Fuzuli’nin ‘Aşk imiş her ne var alemde /gerisi hep kilu kal imiş ancak’ deyişine karşılık Yunus Emre’nin ‘Aşksız kalan kişi misali taşa benzer’ mısrası ile başlayan şiiri arasında yüz yıllar olsa da aynı duyguyu ve anlayışı benimsedikleri anlaşılmaktadır.

Güzellik ve güzelliği elde etmenin kavuşmak istemenin sonucu olan aşkı konu edinen Mesnevi türü şiiri Yunus’tan ve Fuzuli’den yüzlerce yıl sonra yazan Şeyh Galip de asırlar öncesinin duygularını farklı ancak, kendi türünden bir aşk eseri ile ortaya koymuştur. Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk adlı eseri aşkı elde etmenin yani güzellik olan hüsnün birçok yoldan gitmesi gerektiği bu yollarda karşılaştığı tehlikeleri atlatması için mücadele ederken vaz geçmemesi halinde âşık olunabileceğini anlatır. Dağlar aşması canavarlarla çarpışması tehlikeler atlatması gerekir. Aşkı elde edebilmesi için bedel ödemesi gerekir. Aşk’ın güzelliği kendisinden ayrı sayması onu yanlış yollara saptırmıştır.

Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre aşklarının milletin hafızasında yer alarak yüzyıllardır terennüm edilmesi edebi bir sanat olmaktan daha fazla bir değer olduğu sabittir. Karacaoğlan’ın söyledikleri ile efsaneleşen aşklar arasında farklar olsa da irfan hayatımızdaki yeri hâlâ konuşulmaktadır. Pir Sultan Abdal’dan Hatayi’ye, Emrah’tan Karacaoğlan’a, Abdurrahim Karakoç’tan Orhan Veli’ye saymakla bitmeyen şairlerimizin en güzel mısraları aşk ile doludur.  Aşk deyince Fuzuli’nin ilk akla gelen olmasının haklı sebepleri vardır ki hemen herkesin ezberinde ona ait mutlaka bir iki mısra dahi olsa vardır. Bu iki mısra da ona aittir.

Aşk içre azab olduğun ondan bilirim kim

Her kimse ki aşıktır işi ah u figandır.  

Aşk kelimesinin her olur olmaz için kullanılması ne kadar doğrudur? Sorunun cevabı hakkında farklı düşünceler olacağı muhakkaktır. Ancak, asrımızda eski aşklardan bahsetmenin imkânı olduğunu düşünmüyorum. Telakkilerde çok büyük değişiklik ortaya çıkmıştır. Her bir kıymeti kolay harcayan bir zaman diliminde yaşadığımız kesindir. Yenileşmeden değişiklik edebi hayatımızda kendisine çok yer bulmuştur. Günümüzde aşk ile kastedilenin cinsi latif olduğu biliniyor. Elbette insanların birbirlerini çokça sevmeleri arzuyu şayandır. Son zamanlarda her olur olmaza aşk diye sarılanların kısa zaman sonra söylediklerinden rücu ettiklerini aşkın hangi haline göre izah edeceğiz. Aşk kelimesinin kolayca harcanması karşısında yerine başka bir kelime ne zaman ve nasıl bulunacak bilinmiyor.

Toplumun önüne çıkan kimi insanların gündelik hayatlarını karşı cinse karşı olan ilgilerini gazetelerde boy gösteren fotoğraflarının altına yazılan yazılarda aşk diye yazmaktadır. Aşk anlayışının nerelere kadar indiğinin de bir fotoğrafıdır. Zamanla bu tür fotoğraflar yerini filmlere bırakarak cemiyetin önüne örnek aşklar diye çıkarılmışlardır. Kısa zaman sonra örnek aşıkların birbirlerini suçlayarak ayrılmaları aşkın son hallerinin ortaya çıkan bir sonucudur. Bu ilişkileri aşk gibi millet irfanında yer alan kavram yerine başka bir kelime daha kullanılsaydı belki de bu konuyu konuşuyor olmayacaktık. Anlaşılan aşkın hallerini bilmeyenlerin ucuza kaçarak gündelik mevsimlik kısa süreli ilişkileri tanıtırken abartmalarının sonucu diye tarif etmek doğru olur.

Son yeniliklerin başında gelen haberleşme araçlarının hızlılığı günümüz aşkları için de geçerli olmuştur. Teknolojiye bağlı olarak gelişen aşkların aynı hızla sona ermesi aşkın erdemini, karizmasını yer ile yeksan etmişe benzemektedir. Birbirlerini sadece sanal ortamlarda görenlerin birbirlerine ilanı aşk ettikleri artık sıradanlaşmıştır. Sonrasında ayrılmaların da sıradanlaşması kaçınılmaz olmuş ancak sonuçta aşkın içinin boşalmasına sebep olunmuştur. Ucuza sattığımız zahmetsiz engelsiz aşkın hallerinin son durumu budur. Gerçek aşk ehline ise helâl olsun. Ne olursa olsun sakın aşksız kalmayın. Kızdığından mı, sevincinde mi, şaşırdığından mı çok nedeni olsa da hemen herkesin başvurduğu iki kelime aşk olsun…

Biz de sıraya girip diyelim aşk olsun ya Hû…

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ