RAMAZAN

RAMAZAN

RAMAZAN
Mehmet Ali Talayhan

Hicri aylar içinde dokuzuncusunun adı Ramazandır. Hicri aylar sırayla Muharrem, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülahir, Cemaziyülevvel, Cemaziyülahır, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce dir (1). Türklerin İslâmı kabul etmelerinden sonraki zamanlarda Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Hicri takvim adını verdikleri Ay’ın hareketlerine göre belirlenen takvimi kullanmışlardır. Önceleri dini amaçla kullanılan Hicri/Kameri takvim sonraki zamanlarda resmi işler için kullanılmıştır. Adına Arabi aylar da denilen Hicri takvimin her bir ayı için kutsallık izafe edilmiştir. Bunların arasında kandil gecelerini barındıran aylar olduğu gibi Muharrem ayı başlı başına seremonilerle doludur. Ramazan ayı ise; aylar içinde ayrı bir yere konumlandırılmıştır. Kur’an’ı Kerim’in Ramazan ayında indirilmesi Oruç tutmanın bu ay içinde farz kılınması Müslümanlar arasında bu ayın değerini arttırmıştır. Sosyal ilişkiler yardımlaşma daha coşkulu ve gönül huzuru içinde yapılan aylardandır.
Ramazan ayının başlaması ayrı bir merasime tabiydi. Beldenin yüksek yerlerine çıkarak akşam gurubundan sonra Hilal’in görünmesini gözetleyenlerin Kadı’ya giderek durumdan haberdar etmeleri ile Ramazan orucu başlardı. Halk bu durumdan top atışları ile haberdar edilirdi. Bu hadiseye rüyeti hilal denirdi. İstanbul’da yüksek tepeler, minareler rüyet için en münasip yerlerdi (2). Hilali gördüklerini söyleyenler kadının huzuruna çıkarlardı. Bir Ramazan arifesinde iki kişiden biri borçlu diğeri alacaklı imiş gibi bir uydurma dava icat ederek kadının huzuruna çıkarlar. Alacaklı – Efendim bu adam geçen sene benden borç para almıştı. Gelecek Ramazan- ı şerifin hilalinin rüyeti akabinde borcumu veririm dedi. Kadı – adama dönerek bu adamın ikrar ettiği borcunu ödemeyi taahhüt ettin mi? Borçlu – evet borcumu Ramazan hilali görüldüğü anda vereceğim, fakat hilalin göründüğünü ispat etsin borcumu vereyim. Kadı – alacaklıya dönerek Ramazan- ı şerif hilalinin göründüğünü ispat et. Alacaklı – ispat ederim şahitlerim var. Kadı – getir şahitlerini deyince hilali görenler Kadı’nın yanına girip gördüklerine şahadet edince böylece Ramazan ayının başlangıcı ispat edilmiş olurdu. İş burada bitmez orucun başlangıcını yani Ramazan’ın başladığını haber verenlere paralar verilirken İstanbul’un her yanında davullar çalınır, minareler donatılarak ilan edilirdi. Herkes neşe ve sürur içinde birbirleri ile kucaklaşarak tebrik eder sokaklar caddeler her yer sevinç sesleri ile şenlenirdi. Ramazan ayı boyunca içkili mekânlar kapanırdı. Meyhaneler bayram arifesi kendilerince tedbirler alırlardı. Gedikli müşterilerinin evlerine “Unutma Bizi Dolması” (3) yapıp gönderirlerdi. Midye ve uskumrudan yapılan dolmaların gedikli müşterilerine göndermeleri bir davet mektubu gibi anlaşılırdı.
Nereden nasıl geldikleri hakkında bilinmeyen ve hemen her köşe başında peyda olan kadrosuz sadaka dilencilerinin varlıkları ayrı renk olarak Ramazan’da şehir hayatının bir parçası oluyorlardı. Ramazan’dan sonra bu dilencileri görmek mümkün olmuyordu. Bu sebepten halk bunlara gel – geç dilencileri adını vermişti.
İstanbul’da mükellef yalı ve köşklerin kapıları ardına kadar açılırdı. Açılan bu kapılardan davetli olsun olmasın erkek kadın zengin fakir ayrımı yapılmadan iftara katılırdı. Rütbesine bakılmaksızın katılanların her biri hürmetle karşılanırdı (4). İlk hafta içinde dost ve akrabalar arasında büyüklere iftara gitmek nezaket göstergesi olarak kabul edilirdi. Zenginler dini ve insani davranışlardan olan cömertliklerini sergilerken fakirler komşusuna bir tas çorbayı ikram etmekten asla imtina etmezdi. Büyüklerini ziyaret ederek iftara gidenlere büyükleri tarafından diş kirası diye bilinen hediyeler takdim edilirdi (5). İftara katılan fukara boş gönderilmez bir miktar para verilirdi. Buna diş kirası denirdi. En ilginç diş kirası Sultan Abdülaziz’e takdim edilendir. Sultan Abdülaziz, Beyazıt camiine gittiği Cuma selamlığından sonrası Yusuf Kâmil Paşa’ya iftara gideceğini söyler. Yusuf Kâmil Paşa Beyazıt Camisinden konağa kadar kırmızı halı döşeterek padişahı karşılar. Bugünkü Edebiyat Fakültesi Zeynep Yusuf Kâmil Paşa konağıydı. Zeynep hanım Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızıydı. Son derece zarif hamiyetperver bir insandı. Yusuf Kâmil Paşa’da aynı karaktere sahip insandı. Sahip oldukları servetleri millet için harcamaktan çekinmemişlerdi. Üsküdar’daki Zeynep Kâmil Hastanesi onların eseri ve türbeleri de orada bulunmaktadır. Sultan Abdülaziz iftara gidecekleri sırada bütün ikramları altın eşyalarla takdim etmişlerdi. Sultan Abdülaziz’e diş kirası olarak Zeynep Hanım bütün zarafeti ve inceliği ile hazırlandı. Sofra takımlarının her biri bir servet değerindeydi. Zeynep hanım huzura kabul edilmesi için ricada bulunmuştu. Huzur izni çıktığında Padişaha saygı ve hürmetlerini sunmuş elleri başının üzerinde kaldırarak durmuş olan hazinedarına yaklaşmasını isteyerek “Şevketmeab efendimize layıktır” diyerek Şeyh Hamdullah hattı ile yazılmış tezhipli bir Kur’an’ı kerim takdim eder. Sultan Kur’an’ı eline alarak öperek başına koyar. Mükemmel bir sanat eseri olan Kur’an’ı kerim her tarafı altın varakla süslenmişti (6). Mahfazası inci, yakut, zümrüt ve firuze ile süslenmişti. Bu da padişaha takdim edilen bir diş kirasıydı. Diş kirası 1908 meşrutiyetinden sonra konakların azalması padişahın yetkilerinin kısılması ile gittikçe azalmaya başlamıştır (7). Böylece konak yalı ve sair seçkin mekânlarda yapılan Ramazan iftarlarındaki ziyafetler sonrasındaki bu gelenek ortadan kalktı.
Bir ara diş kirası toplayan deliler tabi oldukları vezirin görevinden azledilmesi ile birlikte yeni vezirlerine iltica edinceye kadar hayvanları ile birlikte kendilerini besletirlerdi (4). Akşamdan yiyemedikleri fazla yemekleri kalpaklarının içine koyup götürmekle birlikte ev sahibini soyup soğana çevirerek bunda diş kirası derlerdi. İlk olarak Rumeli’de teşkil edilen delilerin aralarında Osmanlı tebası sair milletlerden fertler de dahil edilmiştir. Süvari askerlerine verilen deli adı halk tarafından konulmuştur. Gözünü budaktan esirgemeyen düğüne gider gibi ölüme koşarlardı. Bu sebepten deli olarak adlandırılmışlardı. Sonradan bozulan bu teşkilat II. Mahmut tarafından kaldırılmıştır.
Rasathanenin günümüzdeki hassas ölçümünün yapılamadığı zamanlarda Ramazan’dan bir ay evvel olan Şaban ayını otuz gün hesaplanarak Hilâl’in gözlenmesini ve görenleri büyük bir heyet huzurunda kabul ederek şahadet edenlerin delaleti ilân eden Kadı Ramazan’ı ilan ederdi. Ramazan’ı işaret eden Hilâl’e; Hilâl’i Ramazan denirdi (8). İstanbul iftarlarının sonrasında caddeler sokaklar meydanlar ellerinde fenerle dolaşanlar olduğu gibi fenersiz dolaşanlarda vardı. Yaz aylarına denk gelen Ramazan gecelerinde Fatih, Şehzadebaşı, Lâleli, Beyazıt, Sultanahmet, Ayasofya, Mahmutpaşa, Eyüp, Sultan Selim Cami meydanları ve ağaç altları hınca hınç dolarken insanlar birlikte olmanın tadını çıkarırlardı. Tramvay yoluna dahi iskemle atılıp oturulurdu. Tramvayların önünde bir elinde küçük kırmızı bayrak bir elinde boru çalarak koşan vardacı yolu zor açabiliyordu (9).
İstanbul camilerinin dili olsa kim bilir Ramazan gecelerini nasıl anlatırlardı. En çok süslenen ve itina ile temizlenerek ibadete hazır edilen yerler camilerdi. Taşrada da aynı hizmetlerin yapıldığına şüphe yoktur. İstanbul bütün bir devleti temsil ettiğinden herkesin gözü kulağıydı. Minareler arasında kandillerle yanan mahyaların görüntüsü mahya sanatçılığının doğmasına vesile olmuştu. Sanatçılar arasındaki tatlı rekabet uzun süre dillerden düşmez gelecek Ramazan’a kadar devam ederdi. Halk meşrebine göre kendisine eğlence olabilecek yerlerde vakit geçirirken ünlü hafızların camilerdeki Kur’an ziyafetlerinin takipçileri oldukça kalabalık olurdu.
Şair kahveleri, saz kahveleri, semai kahveleri, karagöz, meddah kahveleri Ramazan eğlencelerin yapıldığı yerlerdi.
Zamanında en kıymetli yiyeceklerden bir de şekerdi. Eskilerin Iyd -i Fıtır Ramazan Bayramı nasıl şeker bayramına döndü? Ramazan’ın bazen 30 bazen de 29 gün olduğunu hilâlin görünmesine göre yapılan duyurularla karar verilirdi. Duyuruların ardından her evde tatlı telaş başlardı. Esasında kadir gecesinden itibaren bu heyecan ile birlikte hazırlıklar yapılmaya başlanırdı. Arife günü akşam namazından sonra ilan edilen bayram telaşı bayram sabahı başka bir şekle bürünürdü. Herkes bayram için önceden hazırladığı yeni kıyafetlerini giyerdi. Büyükler sakal saç ve bıyık bakımlarını yaparken bayram sabahı lahûti nağmelerle temcid (10) verilirdi. Sabah namazlarına gidenler temcidi tehlil ile birlikte vecd içinde camilere dolarlardı. Cami dönüşü ortaya şekerler, şekerlemeler konurdu. Komşu ziyaretlerine, yakın uzak akraba ziyaretlerine şeker veya şekerleme götürmek incelik olarak görülürdü. Şekerci dükkanları ve sair yerlerde açılan şekerci tezgâhları adeta bir gelin askısı gibi süslenerek teşhir edilirdi. İstanbul’un çeşitli yerlerinde bayram çadırları kurulur bu yerlerde çeşitli eğlenceler tertip edilirdi. Devlet adamlarının halkın hayatında bir ay büyük değişikliklere sebep olurdu. Halkın en çok sevdiği ay Ramazan’dı. Ruhani bir zevkin yaşanması yemede içmede eğlencede ibadette hasılı hayatın her sahasında büyük bir lezzet alınırdı. Padişahın camileri ziyareti için çıkarılan ilanlar halk devlet kaynaşmasına vesile olurdu (11).
Taşrada mahalli imkânlarla İstanbul kadar olmasa da huşu içinde Ramazan idrak edilirdi. Yüce gönüllü uluların yazdıkları halk arasında Ramazan günlerinde dillerde dolaşırdı. Bunlardan biri de Erzurumlu Efe (alvarlı) Muhammed Kudsî’dir. Ziyafet-i rahman Lütfi bu mâhdır/İftar sofrasında Saim agahtır/Mağfiret merhamet ne âli câhtır/Saim-i lillahe nedamet mi var
Ramazan ayının münevver ve hüner sahiplerinin eserlerini ortaya çıkardıkları zamandır. Şairlerin yazdıkları şiirler hünerperver devlet erkânı tarafından ödüllendirilirdi. Bunlara Ramazaniye de denirdi. Yazılan kasideler, mersiyeler iftar ve sahur sofralarında terennüm edilirdi. Hususi şiir türüne sahne olan Ramazaniyeler ile Osmanlılar, insanın olduğu her yerde terennüm edilerek günümüze kadar gelen muazzam bir miras bırakmışlardır. Ramazaniye yazanlar arasında vezir ve padişahlar da vardı. Bunlardan meşhur olanlar arasında I. Ahmed ve Koca Ragıp Paşa başta gelir. I. Ahmed’in Ramazaniyesinde Ramazan’ı şöyle selamlamıştır.
On bir aydır gideli biz de çekerdik hicran/Merhaba etti yine bizimle Şehr-i Ramazan.
18. yüzyıl şairlerinden Nazım Yahya ise Ramazan ve içinde barındırdığı Kadir gecesinden gafil olmamak gerektiğini bir beytinde şöyle ifade eder.
Bir sütûn-ı nûrdur kim her minâre tâ seher/Şu’le-i kandîl-i berk-efşân ile rahşân olur.

Ramazaniyelerin kaside türünde yazıldığı ve devlet büyüklerine arz edilmek için yazılmıştır. Ramazaniye yazan şairlerimiz arasında Enderunlu Fazıl, Şeyh Galip, Nedim, Enderunlu Vasıf, Sümbülzade Vehbi, Koca Ragıp Paşa’nın yazdıkları meşhur olanlar arasındadır. En fazla yazan da Enderunlu Fazıl tarafından yazılmıştır. Ramazaniyeler karşılama ve uğurlama bölümleri ayrı bir yorum konusu teşkil eder.
Ramazan boyunca yapılan bütün faaliyetler sonunda kendisine has bir Ramazan kültürü meydana gelmiştir. Bu kültür sayesinde millet bilinci ile birlikte dayanışma ruhu gelişerek ayni manevi duyguları aynı anda yaşama hazzı makam mevki servet farkı gözetmeksizin gerçekleşmiştir.
Ramazanların eskiden olduğu gibi huşû ile kutlandığı tartışma konusudur. Teknoloji sahip olduğumuz diğerkâmlık, sahavet, misafirperverlik, hamiyetperverlik gibi değerlerimizi zayıflatmış görünmektedir. Ramazan ile birlikte artan bu değerlerimizin tekrar haşmetli hale gelmesine gayret edersek mutlaka herkese fayda sağlayacaktır. Bir Türk icadı olan diş kirası yeniden ihdas edilemez ama yardıma muhtaç olanları fakir olsak bile düşünüp elimizden geleni esirgemezsek ecdadımızın ruhlarının teskin olmasını sağlayabiliriz. Orta yaşlıların eskiye özlemleri yeni neslin idrakleri arasında gidip gelen manevi iklim kim bilir daha kadar çatışacak. Şimdilik bilemiyoruz. Çok olmasa da fırınlarda çörek otlu sıcak Ramazan pidesini tam ezan okunurken iftar sofrasına yetiştirme heyecanı yaşayan ve yaşatanlar vardır. Sofraları, gönülleri gibi açık olanların sayısı arttıkça iftar ve sahur lezzeti daha da artacağından şüphe yoktur. Açları doyurmak, çıplakları giydirmek töremiz, örfümüz ve nihayet dinimiz emridir. Tok yatarken aç yatanları düşünmek ecdadımızın şiarıydı bizim de şiarımız olsun.
Eski Ramazanların eskiye ait olan şairlerini ve şiirlerini alıp gittiğini de biliyoruz. Hicri 1442 Ramazan ayının hanelerimize milletimize islam alemine ve bütün dünyaya hayırlar getirmesini niyaz ederim. 11.04.2021 Nevşehir

Kaynaklar
1.hicritakvim.org.tr
2.Celâl, Musahipzade Eski İstanbul Yaşayışı C. II S.6 Devlet Tiyatroları İç Eğitim Dizisi No: A – 25 Başdramaturgluk Ankara, Temmuz 1986
3.Koçu, Reşat Ekrem Cumhuriyet ilavesi bilâ tarih Osman Gazi’den Atatürk’e 600 Yılın Panoraması s.72
4. Gürlek, Dursun. Yeni Şafak Gazetesi 12 Mayıs 1919
5.Pakalın, Mehmet Zeki Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü C. I s. 455 M.E.B. 1993 İstanbul
6.Uzunşarşılı, İsmail Hakkı İslâm Ansiklopedisi Deli Maddesi C.3 s.517 M.E.B 1988 İstanbul
7.DİA, TDV İslâm Ansiklopedisi 9. Cilt s.375 1994 İstanbul
8.Pakalın, Mehmet Zeki A.G.E. C.I s.831
9.Celâl, Musahipzade A. G. E. S.7
10. Sabah namazlarından evvel belli makamlarda okunan niyaz ilahisi
11.Ali Rıza Bey, Balıkhane Nazırı haz. Ahmet Niyazi Banoğlu Bir Zamanlar İstanbul Tercüman 1001 Temel Eser 11 s.122

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ