101’İN BAŞARISI (2)

101’İN BAŞARISI (2)

Mehmet Ali TALAYHAN

Akademik kariyeri son seviyesine gelmiş bir dostumla sohbet ederken konu kitap, dergi ve gazete okumaya gelmişti.

Okunacak kaliteli yayın kalmadığından yakınan dostum da okumadığını itiraf etmez mi? Hoca okumazsa talebe nasıl okuyacak?

Talebelerinize tavsiye ettiğiniz kitap, dergi veya makaleyi siz okumadan mı tavsiye ediyorsunuz? Okumadığınızı nasıl ve niçin tavsiye ediyorsunuz?

Bizim yaştakiler için tuhaf gelebilecek davranışlar şimdiki nesil için sıradan ve bir o kadar da gerekli hale gelmiştir.

Akademisyen dostum bu soruların cevaplarını rahat bir şekilde cevap verirken derslerde dahi bir konu üzerinde konuşurken talebelerin yanından ayırmadıkları elektronik aletlerinden kontrol ettiklerini söyledi. “Nasıl yani?” dediğimde, “Ders işlerken talebe hocaya değil de elindeki elektronik alete bakarak değerlendirme yapıyor, buna göre karar veriyor, dergi, gazete ve makale gibi tavsiyelerimizi de bu aletler vasıtasıyla öğrendiği birkaç kelime (cümle değil) ile ifade etmeye çalışıyor.” dedi.

Öğretim üyesi dostumun bu izahatı kitap, dergi ve gazete sayfalarını parmaklarımızı ıslatarak çeviren bir nesil olarak anlatılanlara aşina olmadığımız için bana çok soğuk geldi. Basılı eserlerin mürekkep kokusu ile metalik ya da plastik maddeden yapılmış klavyelerin tuşları aynı olur mu? “Kitabın kokusu olur mu?” demeyin sakın. Bal gibi olur. Lügatlerden bir kelime için binlerce sayfa çevirmenin tadı klavyede var mı? Sayfaları karıştırırken aradığımız kelimenin türevlerini de ihmal etmeyen bir nesil olarak, anlatılanlar bizim için bir mana ifade etmiyor. Matbaadan yeni çıkmış kitabı ellerimizin arasında alıp rüzgârla karıştırdığımız sayfaların çıkardığı sesi ve kokuyu hissetmek kitabı okumak kadar bizim nesle zevk verir. Fırından yeni çıkmış francala ekmek kokusu gibi gelir. Bu neslin sonlarını yaşıyoruz. Yeni neslin bizim gibi olmasını isteme hakkımız hem yok hem de haddimizde değildir.

Ancak ortada ciddi bir mesele vardır. Bunu anlamakta zorlandığımız açıktır. Bu mesele de yeniliklerin daha ne kadar süreceğidir. Şimdiki nesil kendisinden sonraki nesil için bizim söylediklerimizi söyleyebilecek mi? Kim bilir? Gelecekle ilgili ne olacağını şimdiden kestirmeye tevessül eden yorumlar vardır.

Bunlara fütürist yorumlar gelecekle ilgili tahminler yapmaktadır. Onlara kalırsak insan gelecekte ışınlanarak bir yerden başka bir yere anında ulaşacaktır. Hz. Süleyman kıssasında geçen Belkıs’ın tahtı ile birlikte geldiği gibi. Ne olacağını bilemiyoruz ancak görünen, nesiller arasında her zaman varlığı devam eden bir ayrılığın var olduğudur.

Okumak konusu üzerinde durmaya çalışırken söz nerelere kadar vardı. Konumuza dönecek olursak dostum öğretim üyesinin de dergi, kitap ve gazete okumadığı itirafı ile hayretler içinde kaldım. Koskoca öğretim üyesi makaleler, kitaplar yazmış yazdıklarından faydalanan binlerce insan olmuş. Şimdi de karşıma geçmiş ben okumuyorum diyor. Neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Derse nasıl giriyorsun kardeşim hazırlık yapmıyor musun? Kaynaklara bakmıyor musun? Kırk sene derse girdim. Derse girmeden bir gün önce hangi dersi işleyeceğim diyerek kaynaklara, ders notlarıma bıkmadan baktım. Koskoca üniversite hocası hazırlıksız derse nasıl girer? Ya talebenin biri soru sorsa cevap veremezsen ne olacak? Bir daha ders anlatabilecek misin o sınıfta? Nerede soru soran demez mi? Nasıl yani talebelerin soru sormuyorlar mı? “Hayır.” dedi. Sormazlar çünkü okumuyorlar, bu yüzden sorgulayamıyorlar ve mukayese edemiyorlar. Bu yüzden rahatız. Nasıl rahatsınız? Okumayan talebe ne söylersen söyle koyun kaval dinler gibi dinler. Verdiğin notları arkadaşlarından fotokopi çeker, onu da ezberler böylece dört yıl idare eder ve sonuçta “öğrenci affı” çıkar onunla okulu bitirir gider.

Elbette dostumuzun iyi bir hoca olduğunu biliyoruz. Görev yaptığı ve çevresinde gördüklerini bize bu şekilde anlatarak halimizin ne olduğunu ifade etmeye çalışıyordu. Dostum hocamızın millî ve milletlerarası çalışmalarına yakından şahidiz. Gerçekten onun okumak ile ilgili olduğunu biliyoruz. Bölüm başkanının bölümle ilgisi olmayanların seçildiğini, seçimde oy kullanırken kimlere oy vermemiz gerektiğini daha bir sürü hadiseler anlatarak yorumu bize bıraktı. Bizde okuyucuya bırakalım istedik. Eğitim sistemi/sistemsizliği bu hale geldi.

Birkaç soru daha sordum. Cevap elektronik aletler olunca “Bizim neslin düşmanı bu elektronik aletlerdir.” dedim. Yaşı benden küçük olduğundan “Niçin düşmanınız olsun?” dedi. Ben de kem küm ettim. Dostumuzun ifadesi ile “Şahit olduklarım arasında dil bilmeyen, bir dilekçe dahi yazamayacak kadar aciz, bütün tezlerini makalelerini başkası yazan öğretim üyesi, dekan ve rektörler var.” demesi hayretimi daha da arttırdı. “200 civarında üniversitemiz var bunların bazılarında bir öğrenci başına hiç kitap düşmeyenler var. Kütüphanesi olmayan, yayın yapmayan üniversiteler var.” demesi hayretimi arttırdı. Bunun üzerine dünyadaki diğer ülkelerle ülkemiz arasındaki kitap okuma merakı üzerine araştırma yaptım. Global English Editing şirketinin 2020 yılına ait verilere göre ülkemizde haftalık kitap okuma oranı kişi başına 5 saat 54 dakikadır. Dünyanın diğer ülkelerindeki saat ortalamasını merak edenler araştırıp baksınlar. Bu saat oranı bize yeter mi? Bu araştırmadan sonra öğretim üyesi dostuma açıkladım. O’nun ifadesine göre bu ortalamanın doğru olmadığını, üniversitedeki öğretim üyesi/görevlisi arkadaşlarından çok iyi bildiğini söyledi. Kendi sahasındaki ilmi ve akademik dergi ve makaleleri dahi öğrencilerine okutarak özet çıkaran arkadaşları olduğunu söyleyince hayretimi gizlemekten kendimi alamadım. Okuyan ve kendi sahasını inceleyenlerin varlığı bir elin parmakları kadardır. 5.54 haftalık ortalama okuma oranın ortalaması bu meraklı okuyucuların sayesinde olduğu anlaşılmaktadır.

Bizim TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre Çin’de yılda basılan kitap sayısı 440.000, ABD’de 304.912 başka ülkelerin de sayısı var. Türkiye’de ise yılda 6.120 kitap basılmaktadır. Kültür bakanlığı verilerine göre Türkiye’de kişi başına düşen kitap sayısı 2020 yılı için 7.6’dır (ders kitapları dâhil edildi mi bilmiyorum). İstatistiklerin doğruluk oranları hakkında şüphe edilmesinin haklı sebepleri vardır. Bunlardan birincisi araştırma yapan kurumun güvenirliliğidir. TÜİK verilerine inanan var mı merak ediyorum. Devletimizin kurumu diyerek verdiği rakamları şüpheli bulup inanmıyor olsak da uyuyoruz. Öğretim üyesi dostum ile yaptığım bu sohbetin ve bu veriler karşısında hayret makamında kalarak verilerin yanlış, söylenenlerin doğru olmadığını diledim. Ya da rüyamda kâbus görüyorum biri beni uyandırsın demekten kendimi alamadım. Biraz daha rakamlar vererek enseyi karatmak istemiyorum. Rakamların lehimizde olmadığını ifade etsek yeter. Nesiller arasındaki anlayış farkı sadece bizde mi böyle? Bize göre gelişmiş olarak gösterilen ülkelerin yeni nesli de acaba böyle mi? Kuşak çatışması yaşıyorlar mı? Ne diyeceğimi bilemedim. Kimi zamanlarda insan düşünmek dahi istemiyor.

Dinlediğiniz şarkının sözlerini anlamadığı için ya da kulağının sürekli anlamsız müzikler dinlediği için zevk-i selimi kalmamış olduğundan bizden sonraki nesil bizden uzaklaşmaktadır. Peki çare nedir? Bir gazete sayfası için biraz fazla uzun yazı olduğunu biliyorum. “Dertli söylegen olur/dile geleğen olur” misali kâğıda bir şeyler yazarak sizlerle paylaşmak istedim. Ortak akıl ve ortak düşünce tek çaredir. Öğretim üyesi dostumuza mesleği ile ilgili hangi literatürü takip ettiğini sordum. Aldığım cevap karşısında şaşkına döndüm. “Takibe değer kıymette bir yayın bizde yoktur. Makale yazdığın zaman yayınlayacak yer bulamazsın. Para alıp yayınlayanlar var. Akademik terfi peşinde koşanları avlayan avcılar gibi hem de yabancı para birimi ile bu işi yapmaktadırlar. Arada uzun yıllardır devam eden yayınlar ise birkaç iş adamının himayesi ile ayakta durmaktadırlar. Bunlarında başındaki yöneticilerin birikim ve kariyerleri buna müsait değildir. Ancak ahbap-çavuş ilişkisi ile buralarda bulunmaktadırlar.

Müktesebatlarında tecrübe ve birikim yoktur. Onun için hiçbir yayını takip etmiyorum. Yurt dışında yayınlanan yayınların kaliteli olduğunu söyleyebilirim. Ancak onları alıp okumak için de mali imkânınızın uygun olması gerekir.” diyerek bisikletine binip yanımdan ayrıldı.

Peşi sıra baka kaldım. “Ne günlere kaldık Allah’ım sen bize acı” demekten kendimi alamadım.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ