Yolsuzlar

Kemal ÇELİK

Kemal ÇELİK

Burak SERDENGEÇTİ

 

 

“Atlıysan atlaşalım

Dertliysen dertleşelim,

Hele otur şuraya

Dertleri paylaşalım.”

Yoldan birinin yanından geçip gidene göz ucuyla bakan, bu dörtlüğün ilk mısraını nasıl söylesin! Sevdiğinin yanında tutunamayıp ya meçhule gidendir atını şaha kaldı-ran, ya da atın dizginlerini kendi selimine bırakmış heybesinin bir gözünde sazıyla yüreğinde sızıyla hangi gurbet elde yola çıktığını sorgulamayan bağrı taşlı, gözü yaş-lı birisidir. Anadolu’da yol mu var üzerinde gitmeye, vasıta mı var o yollarda se-ğirtmeye! At bulmanın da bir hayli lüks olduğu zamanları hatırlarım.

At üstünde eşkıyaların bir elinde mavzer bir elinde dizgin, rahvan yürüyüşlü atın hı-zını kesmeden gökte uçan güvercinleri bir atışta avladıklarını duyardık. O eşkıyalar-dan birisinin elli metreden uzağa konan kerpicin üzerindeki ortası delik iki buçuk kuruşu vurduğunu gördük çocukluğumuzda. Göz yanılması değildi gördüğümüz. Ker-picin yanına varıp bakıyoruz. Para yok yerinde. Mavzer kurşunu paranın deliğinden geçmeye fırsat kalmadan metrelerce ileriye fırlatmıştı.

Eşkıya tabir edilen insanlar, İnhisar’ın tütününden daha ucuza ve meşru olmayan yollarla Bitlis ve Adıyaman yöresinin tütünlerini satmak için köylere inerlerdi. Altla-rındaki atlar; semiz, bakımlı ve süvarisini yolda koymayacak güç ve uyanıklığa sa-hiptir. Kulakları dik, burun delikleri açıp kapanırken onların canlılığının ifadesini üzerinde taşıdığının göstergesiydi. Şair Şeyhi’nin eşeği gibi bitik bir hayvanla binler-ce kilometre elbette kat edilemez.

Dertsiz kul mu ararsın bu memlekette, ekmeğin aslanın ağzında olduğu çağlardı dertli kulun feryadı. Şimdi o ekmek aslanın karnında bekliyor ki “aç olan gelip beni alsın” diye. Ekmek dediysem hastahanelerde, iş yerlerinde, okulların yurtlarında çöp kutularına atılan o güzelim ekmekler, dökülen yemekler değil kastettiğim. Dertlilerin dert dökecek sıcak bir yüreğin limanına hasreti dile geliyor bu dörtlükte.

Dertleşmek; dert dökmek mi, dert deşmek mi, ne dersiniz? Dertler, er önüne çıkana anlatılacak evsaftaysa o dert olmaktan çıkmıştır. Ya dert deşmeye ne demeli, kızgın çölde su bulmak için kumları parmaklarla etrafa dağıtarak metrelerce derinliğe in-mektir bir bakıma. Su bulunur mu, emek boşa mı gider bilinmez. Bilinmez de su mi-

sali derinlerdeki sırların ortaya dökülmesini kotaranın karşı tarafın anlattıklarını kendi içine hapsetmesi gerekir.

“Dertliysen dertleşelim” diyenin dert ortaklığında çıkarlarına dokunulsa bile can verme sırrını muhafaza ederek ölümüne bile olsa dertleşmenin gizemini korumalı-dır. “Gel otur yanıma, hâllerimi söyleyim” diyen, kimi yanına davet ettiğini bilmeli. Günümüzde sırların da sırdaşın da suyu çıktı. Kime güveneceğimizi şaşırdık. Dertle-şeceğimiz bir canlı ile elbette dertler paylaşılır, böylece yük hafifler. “Çekemeye-ceğimiz yükü bize yükleme” diye yakaran güçsüzler, çaresizliklerini böyle ifade ederler.

Çare verecek olanın hikmetinden sual edilse kılıçtan ince, bıçaktan keskince mide torbasını doldurma telaşındaki niyetliler varsın yarınlarını düşünsün. Anamın: “Yo-lumu yolsuza düşürme ya Rab” güzel sözüyle bu satırlara mim koyalım.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ