Güzel İNSAN;Hakkını Helal ET….

Güzel İNSAN;Hakkını Helal ET….

özden

“Gelmelisin.” demişlerdi. Cumartesi büyük miting vardı ama yine de “Gelmelisin.” denilmişse gitmeliydi.

Bugüne kadar ülkü uğruna hangi daveti geri çevirmişti ki buna “hayır” diyebilsin.

“Trakya’ya…” demişler, gitmiş, “Korkuteli seni bekliyor.” demişler koşmuş. “Amasya davet ediyor.” diye haber salmışlar yeni evlendiğini unutarak ulaşmış hem de günlerce öğrenci evinde kalmış, onlarla yer sofrasına oturmuş, dert sofralarına ortak olmuş.

“İlçemizde Ocak açılışı var.” demişler, belediye otobüsü ile ayakta yolculuk yaparak açılış yapmış. Gittiği bir başka konferansta, babasını aramak için avcunda birkaç jeton ile telefon kulübesi aramış. “Neden Ocak’ın telefonundan aramadınız?” denildiğinde “Ocağın telefonu beyt’ül maldır. Babamı oradan arayamazdım.” demiş.

“Doğubayazıt’ta programa çağırıyorlar.” denilmiş, “Parası pulu var mı yok mu? Kış kıyamette ulaşılabilir mi ulaşılamaz mı? Terör örgütü yol keser mi kesmez mi?” diye düşünmeden üstelik de borç para alarak varmış, karanlık bir gecede kurşun vızıltıları altında Ülkücü Hareketin dününü, bugününü ve yarınlarına ait kızılelmasını anlatmıştı.

İşte bu kez de Kelkit’ten, Trabzon havaalanına ulaşarak İstanbul’a gitmek için yanında Köse İlçe Başkanı Köksal Bey ve yine Köse’den bir gönüldaşı ile emanet bir arabayla yola düşmüşlerdi. Yol bir yükseliyor, bir viraj oluşturuyor, kah iniş kah yılan gibi kıvrılış ile uzadıkça uzuyordu.

Köksal “Şu inişi de atlattık mı gerisi kolay başkanım.” dedi. Zigana’nın zirvesi geçilmişti. Başar köyünün hizasına kadar varmışlardı. Az sonra Maçka istikameti görünürdü. Eh, iniş de başladı işte.

Ali Metin, arabanın içinden Zigana’nın karlı yaylalarını seyrediyor, bir yandan da sağ taraftaki derin uçuruma bakıyordu. Ne kadar da derin bir vadiydi.

Ağaçlar gelinlik giymiş kız gibiydiler. Bembeyaz örtüleriyle inanılmaz güzel görünüyorlardı. Güneş ışıkları karların üzerine vurdukça ışıl ışıl bir görüntü insanın içine farklı bir ferahlık katıyordu. Bu ne temiz, ne hoş bir manzaraydı.

Bir uçurumun kenarındayız ama manzara alabildiğine muhteşem, diye düşündü.

Uçurumun kenarındayız, ifadesi, adaylığının kesinleştiği geceyi hatırlattı.

“Sen hem ülkenin içine sürüklendiği uçurumdan bahsedeceksin hem de sorumluluk almaktan kaçacaksın. Olmaz böyle.” demişlerdi.

“Siyaset bildiğiniz gibi değil, temiz kalmak için, kirlenmemek için, ben diyarlardan diyarlara koşmayı, ülkülerimizi anlatmayı seçiyorum.” dese de ısrarlar ve karar mekanizmasında bulunmanın önemine yapılan vurgular neticesinde istişareden çıkan sonuca uymak zorunda kalmıştı.

Tam bu sırada Köksal’ın “Bu tır yolu ortalamış geliyor.” demesi ile yola baktığında Trabzon istikametinden gelen bir tırın yoldaki karları savurarak Gümüşhane’ye doğru yol aldığın

gördü. Tır, kendi şeridine geçmiş, ancak kaymaktan da kurtulamamıştı. Adeta yolun yarısından fazlasını kaplamıştı. Durumu kurtarmak amacıyla tırın arka yan kısmından geçmeye çalışan Köksal, uçurumdan aşağıya doğru, ıslak yolda sağa sola kayarak giden arabanın kontrolden çıkmasıyla sağ taraftaki 300-350 metrelik uçuruma yuvarlanmaya başladı. Arabadaki üç kişi, üç beş saniyeyi bulmayan bir sürede, yuvarlanan arabadan beyaz ve siyah görüntüler haricinde bir şey hatırlayamadılar.

Kısa bir süre içinde fakültenin önü, ana baba gününe dönmüştü.

“… Başınız…”

“Kıyamet mi kopuyordu?

Bu nasıl bir hâldi?

O, kara yağız, edep abidesi, inandığı gibi yaşayan, yaşatma ideali için çırpınan, diyarlardan diyarlara koşan…

Artık bu dünyaya veda mı etmişti?

Vay dünya vay…

Vay iyileri alan dünya vay…

Dünyaya sığmayan o Ali Metin, şu uyduruk sedyeye mi sığmıştı?

Kıtaların fethini hayal eden, kızılelma aşkıyla yolları yollara ekleyen Ali Metin, artık kızılelmanın başbuğları ile mi buluşmak için yolcu olmuştu.

Ali Metin Ağabey ölü müydü şimdi?

Yoo…

Hiç de ölü gibi durmuyordu.

Evet evet…

İşte her zamanki gibi insanın içini ısıtan tebessümü ile gülümsüyordu.

Ölü, denilen hiç böyle olur mu?

Bildiğin Ali Metin Ağabey işte…

Her zamanki gibi umutla tebessüm ediyor…

Vay gülüşüne kurban olduğum…

Yoksa cennet bahçelerinde kızılelmanın yolbaşçıları ile bir seyrangâh kurdun da onun için mi bu tebessüm?

En çok da senin hakkın zaten…

Çileye talip oldun…

Kırmadın…

Kırıldın defalarca ama küsmedin…

Hep koştun…

Koştun…

Ve yine koşa koşa gittin ölüme de…

Velhasıl…

Kim bilir belki de…

Evet, evet…

Öyle olmalıydı…

Anasından doğduğu gibi tertemiz yaşayan Ali Metin, kirlenmesin diye; karlarla bembeyaz olan bir zirvede, tertemiz olarak Allah’a kavuşmuş olmalıydı.”

Kelkit Ovası’ndaki karlar kadar temiz bir yiğidin ardından gözyaşları sel oluyor, tekbirler yükseliyordu.

Biz onu, anasından doğduğu gibi tertemiz size teslim ettik, siz de Allah’a teslim ettiniz.

El Fatiha…Mekanın CENNET olsun ABİ;REİSİM,GÜZEL İNSAN….

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ