BU NE BİÇİM AYRILIK

BU NE BİÇİM AYRILIK

sakircetin2

Burak SERDENGEÇTİ

 

“Irak oldu, ırak oldu

Yârden bana firak oldu.

Gurbet zoruma gitmez de

Yollar çamur, çorak oldu.”

Aklımdaki ayrılık üzerine söylediğim hoyrat esintileri mani formatında döne dolaşa dilimden telime döküldü. Bulunduğum yerden dönüp gerilere baktım, ta gerilere. Hep gurbet anaforunda kavrulduğum, anadan babadan, kardeşten, eş ve dosttan ay-rıldığım yıllar gözlerimin önünde sıralandı. Hele kardeşlerden ayrılıp okumak adına gurbetin tozlu yollarında toza dumana katılmak ne hazindi, bunu anlatmak çok zor.

‘Gurbeti kim icat etti!’ sızlanması ve yakınması elbette o acıları yaşayanlar tarafın-dan da dillendirilir, bu böyle bilinir. “Ölüm, Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı!” Bu iki ayrılıktan ölüme razı olanın sözünde samimi olduğunu sanmıyorum. Ölümün sonu meçhul, ayrılıkta kavuşma umudu var. Bundan mütevellit yitirilmeyen kavuşma bek-lentisi gerçekleşirse geçmişin acıları bir nebze olsun hafifler.

Gurbet sözü, ayrılığın daha zor olduğunu vurgulamak için söylenmiş olsa gerek. Ölümün dönüşü yok, ta ki kıyamete kadar. Orada da karşılaşacağımız ne malum! O mahşerin curcunası içinde millet can derdindeyken aklımıza düşenin yanımıza düş-tüğünü görmek kime nasip olur onu bilemiyoruz. Yar üstüne gelen ayrılıklar başka ayrılıkların yanında çok hafif olmalı. Bu da insanın tek başına yaşamasının zorluğunu vurguluyor. Bütünün yarısı kâmil manada anlam ifade etmediğine göre illa ki o yarı, diğer yarıyla birleşmeli.

O meçhule ‘dur’ diyebilir miyiz? Bu sözün anlamını çeşitli tariflerde ortaya korken yanımızda olmasını istediğimizden istemediğimiz zamanlarda öyle bir tokat yeriz ki sersemliğiyle kendimize gelmemiz yıllar alır. O darbeyi hak edelim veya etmeyelim karşımızdaki hodkâm, kafasının içindeki kırk tilkinin tilkiliklerini yerine getirmek için içindeki kırk birinci şeytanın dümen suyunda yüzer durur. Ene’si onu Kaf Da-ğı’na çıkardı, oradan indirmez kigurbete bohçasını hazırlayanın hâline ram olsun! Kişinin kendini aşması gibi zor bir başka sarp dağı tahayyül edemiyorum. Yaratılmış-ların içinde insandan daha teşkilatlı bir başka canlı bildiğimiz yok. Bu canlı kendini aşmadan dağları aşmaya talip olmuşsa hayat zorluğunun bir nebze olsun farkına va-rır. ‘Olmasaydı, bu zalım ayrılık olmasaydı’ diye düşünene ‘şartların sonunda ayrılı-

ğı böyle yapmışlar’ diye ünlesek anlar mı gurbetin niçin icat edildiğini. Ben, bu ica-dı hiç sevmedim, ancak ayrılığın vuslat başlangıcı olacağının da farkındayım.

Yollar çamur olur, çıkılmaz içinden; çorak toprak olur tozuna toprağına belenir-sin. Gurbet, toprağa hasret mi ki kavuşmak toprakla olsun. Bedenlerimiz toprak üs-tünde yaşar, ömür tamam olunca sarılırız toprağın kara bağrına. Ona hasretimiz giz-lidir, başkaları bilse de kimseye anlatamayız bunu.

İşimiz, aşımız sevgili üzerine kurgulandığı için ondan ayrılığa tahammülümüz yok. Bir kadın, kocasının ‘ah gurbet, ah!’ diye sızlanışına tahammül edemez. “Be adam, hep gurbet der durursun, nedir senin gurbetin?” diye sorar. Adam, hanımına sırtını döner: “Hanım, al sana gurbet” der.

Bu kadar mı yakın gurbet! Yoksa bir sırt mesafesi mi ayrılığın başlangıcı? Dilekle-rimde ayrılığın hiç olmaması temennisinde bulunurum dostların hesabına. Ayrılık da olsa tahammül mülkü harap olmadan dönelim sevdiklerimize, dostlara. Açık kapı varsa tabi, o zaman gurbetin yolu güllük gülistanlık olur.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ